Gündeme dair kafamdaki notlar – Potpori 1

Merhaba arkadaşlar, uzun zaman sonra kişisel bir blog yazısıyla tekrar görece uzun birşeyler yazmaya karar verdim. Yani kısacası gene kendimi tutamadım ve gündemdeki bazı konular hakkında birkaç kelam etmek istiyorum.

Son dönemlerde Twitter Türk taymlayninda bayağı bir yazılım geyikleri dönmeye başladı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da gün aşırı birçok tartışma çıkıyor. Hatta en sonunda olay döndü dolaştı maaş mevzusuna da geldi. Hatta “senin maaşın benim macbook’umun cleaning cloth’una yetmez” seviyesine bile düştü. Ama benim, hakkında birkaç kelam etmek istediğim ana mevzu bu değil. Ya da daha doğrusu sadece bu değil. Uzun zamandır bu konular etrafında söylemek istediklerim vardı. Hepsine ufak ufak girişmek istiyorum. Haydi başlayalım bakalım.

Not: Bu tek bir konu üstünde birşeyler anlatmaya çalışacağım bir makale değil. Birden farklı şeyden bahsedeceğim, o nedenle paragraflar “giriş, gelişme, sonuç” yerine maddeler halinde yazacağım

Twitter yazılımcısı

Son dönemlerde “Twitter yazılımcısı” diye bir kavram çok sıklıkla dillendirilmeye başlanıldı. Bu tanımlama genellikle Twitter’ı aktif şekilde kullanan ve ana paylaşım konuları yazılım olan insanları sözüm ona aşağılamak için kullanılıyor. Bu hep böyledir ve böyle de olacak. Herhangi bir alanda birazcık göz önüne çık, hemen ertesinde insanlar ellerine taş alıp üzerine atmaya başlar. Bu duruma artık alıştık. Fakat buna alışmış olmamız bu durumun gerzekçe bir durum olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Sosyal medya, özellikle de Twitter aklınıza gelebilecek her türde insanın her çeşit paylaşım yaptığı bir nevi sirk gibi bir yer. Herkesin bu mecrayı kullanım amacı ve şekli farklı. Kimisi yediğinden içtiğine hayatındaki her bilgiyi bu ortamda paylaşırken, kimi sadece ilgi alanıyla ilgili tek tük paylaşım yapıyor. Kimi sıfır paylaşım yapıp sevdiği-beğendiği paylaşımları rt’lemekle yetinirken, kimi gündemde önüne düşen her konu hakkında sayfalarca yazı yazmayı tercih ediyor. Ne belirli bir norm mevcut ne belirli bir kural. Zaten bu kadar değişik sayıda insanın olduğu ve algoritması önüne hemen hemen her türden insanı bir şekilde çıkaracak şekilde çalıştığı için de böyle bir düzen-kural oluşması imkansız. Fakat beğenmediğiniz şeylerin bir daha karşınıza çıkmamasını sağlamak da bir o kadar kolay. Ee be güzel dostum. Twitter yazılımcısı diye sayfalarca orada burada aşağılama yazıları yazan azmine sıçayım senin. Mute – Block. Nerdeyse sosyal medya kadar eski kavramlar bunlar. Tek kanallı Trt yıllarında değiliz ki. Beğenmiyor musun birinin yazdıklarını? Söylediği şeyler ya da söyleme şekli sana uymuyor mu? Sende rahatsızlık mı oluşturuyor? Bas o zaman şu saçtığımınım butonuna da ne sen yorul ne biz yorulalım. Misal ben de “ha evet konferans evet abi ben sürekli meetup tabi tabi geçen İngiltere’deyim tabi aynen konferans için evet biz sürekli böyle abi meetup kafası aynen abi dünyayı daha iyi bir yer haline getireceğiz tabi tabi startup” kafa çocuklardan zerre hazzetmiyorum. Önüme düşünce basıyorum mute’u. Bitiyor tüm sıkıntım. Yormayın kendinizi de bizi de. Mute dostunuzdur. Block kardeşinizdir. Kullanalım, kullandıralım.

P.S.

Bu arada bir not da düşeyim bu konuyla alakalı. Sosyal medya nedeniyle adını çok sık duymaya başladığınız insanları mesleklerinin en yetkin insanları sanmamanızı tavsiye ederim. Bu ikisi arasında bir korelasyon yok. Ha olabilirler de. Ona bir şey demiyorum ama böyle bir bağ olacak diye bir kaide yok. Bir örnek vereyim. Türkiye’nin en önemli bankalarından bir tanesinin aklınıza gelebilecek teknik olarak her şeyini bak abartmıyorum her şeyini bilen, birçok önemli entegrasyonu tek başına yazıp yöneten, firmada junior’ından cto’suna herkesin ağzının içine baktığı bir abim var. Detaya girmeyeyim de yani ben böyle bir zeka, bilgi seviyesi ve iş bitiricilik ömrü hayatımda görmedim. Yakın da tanıdığım görüştüğüm de bir insandır. Velhasıl kelam bu abimin ne bir Twitter hesabı ne de bir sizin ilginizi çekecek Github hesabı var. Arada bir kızın resimlerini attığı Facebook hesabı dışında sosyal medyada herhangi bir yerde göremezsiniz. Bugüne kadar ne bir makale yayınlamıştır ne de bir konferansta konuşmuşluğu vardır.

Kendi Twitter kullanımım

İlk gençlik yıllarımdan, 1998 senesinden bugüne bu internet denilen mecranın içerisindeyim. Ortalamaya vursak belki de günde ortalama 4-5 saatimi totalde de 40000 saatten fazla zamanımı bu ortamda içerik tüketerek ya da üreterek geçirdim. Bbs’lerin son dönemine yetiştik. Çok kısa buralarda takılıp ardından irc, icq, forum filan derken bayağı bir zaman öldürdük. Sonra sözlük girdi hayatımıza. Hepsi birbirinin devamı ve ikamesi gibi oldu, belirli dönemler paralel de gitti tabi ama en sonunda sözlük bayağı uzun bir süre takıldığımız ve kendi mekanımız olarak gördüğümüz bir ortam haline geldi. En uzun süre kaldığımız yerdi sözlük. Çok insanla tanıştık. Hala devam eden çok güzel dostluklar kurduk. Alt bir kültür, ayrı bir jargon oluştu. Alt kütür derken de çok da derin bir şeyden bahsetmiyorum aslında. Aynı şeylerle dalga geçip aynı şeylere gülen insanlar birlikte eğleniyorduk. Sonra sözlük de yavaş yavaş ilgi alanımızın dışına çıkmaya başladı. “Sosyal Medya” çağı başlıyordu. Toplandık önce friendfeed’e kaydık. Ordan da aynı tayfa Twitter’a geçtik. Ve hala Twitter’da devam ediyoruz. Nerdeyse ilk günden beri de aynı şeyi yapıyoruz. %5 Olan bitenle ilgili söylenecek iki üç ciddi kelam + %5 ilgi alanlarımızla ilgili söylemek istediklerimiz varsa onlar + %90 mavra-geyik.

İşte benim Twitter kullanımım da ya da diğer sosyal mecraları kullanımım da aynı bu şekilde. İlk günden beri böyle. Sanırım sonsuza kadar da böyle olacak. Peki ben şimdi bunu neden yazıyorum? Bir önceki yazıda dediğim gibi her insanın bu sosyal mecraları kullanım şekli farklı ve birçok insan da karşısındakinin de kendisi gibi olmasını bekliyor. Ve bu bazen beni başka mecralardan ya da gerçek hayattan tanıyan insanların bana Twitter üstünden maruz kaldıklarında şaşırmalarına neden oluyor. Bu nedenle sürekli “abi eğitimlerinde çok ciddisin sonra Twitter’da gördük seni çok geyikmişsin” diye şaşırıyorlar. O nedenle bu işe bir açıklık getirmek istiyorum. Ben Twitter’da geyik yapıyorum.  Olayım bu. Bunun dışında bir beklentiyle takip ediyorsanız hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Naçizane hatırlatmak istedim.

Privilege in Ayti

Bilişim sektörü diğer birçok sektöre göre çalışanları için çeşitli ayrıcalıklar sunan bir sektör. Bundan daha önce başka bir yazıda da bahsetmiştim. Her şeyden önce giriş bariyeri birçok işe göre daha düşük. Lütfen bunu “bilişim sektöründeki işler kolay” şeklinde anlamayın. Kesinlikle öyle değil. İş görece çetrefilli. Fakat bu sektöre girebilmek birçok diğer sektörden kolay. Tekrar uzun uzun yazmayacağım ama özetle şunu diyeyim. Evde bir makine ya da inşaat mühendisi olamazsın. Ama bilgisayar mühendisi olabilirsin. Bu giriş bariyerinin düşük olmasının yanında birçok farklı durumda da diğer birçok işe göre çeşitli ayrıcalıklar sunuyor. Örneğin maaş. İki ayrı mühendisi ele alalım. Aynı okuldan aynı sene aynı not ortalamalarıyla mezun olup hemen hemen aynı süre ve mevkide iş tecrübesine sahip biri bilişim alanında biri de inşaat alanında çalışan iki mühendis düşünün. %99 bilişim alanında çalışan mühendisin maaş + hakları inşaat alanında çalışan mühendisten fazla oluyor. Bunun tonlarca sebebi var fakat en önemlisi sektörün çok büyümesi. Forbes Global top 200 firmanın ilk 20’sinden banka ve finans firmalarını çıkartırsan kalanların tamamı teknoloji firması. Bu çıkardığımız firmalarda da gerek departman bazında gerekse de yatırım yaptıkları alan bazında teknoloji çok önemli. Bilişim artık hayatımızın tam merkezinde. Herkese dokunuyor ve bu nedenle de gün geçtikçe daha da büyüyor. Fakat sektörün bu büyüme trendine insan kaynağı bakımından yetişemiyoruz. Bu da bilişim alanında eleman sayısının talepten az olmasına neden oluyor. Özellikle de yetişmiş eleman. Diğer sektörlerle oluşan maaş farkı da işte bu kıtlıktan kaynaklanıyor. Daha doğrusu bu da bir neden. Yani hem teknoloji firmaları çok kazanıyor, bu kazanç daha fazla maaş ve yan haklar verebilmelerine imkan sağlıyor hem de eleman az olduğu için rekabetin doğası gereği maaşlar yükseliyor. Hatta bu birçok firma için o kadar büyük sıkıntılar doğuruyor ki firmalar bunun sıkıntılarını aşmak adına bu işleri kendileri eleman alarak halletmek yerine outsource etmeyi tercih ediyorlar. Türkiye’deki bankaları bir göz önüne getirin. Garanti, İşbank vs. Bu sektörü bilen insanlar bu bankaların “birçok başka firmanın da yaptığı gibi” ayrı birer teknoloji firması kurarak nerdeyse tüm teknoloji işlerini bu firmalara aktardığını ve bu işleri kendi içlerinde halletmek yerine bu kurdukları firmalardan hizmet olarak aldıklarını bilirler. Bunun birçok nedeni var ama ana nedenlerinden biri nedir biliyor musunuz? Bu firmalar 20 senelik kideme sahip örneğin finans alanında uzman bir elemanının yanına, o elemana verdiği maaşın neredeyse 2 katını verdiği 5 senelik kideme sahip bir yazılımcı oturtmak istemiyor. Çünkü 3 gün sonra sorun çıkıyor. Yazılımcıya o maaşı vermese eleman bulamıyor, öbürüne o maaşı verse olmuyor. İşte firmalar bunu çözmek adına tüm bu bilişim işlerini ayrı bir firma kurup oraya alıyor ve ana firma maaş skalalarından bunu çıkarıyorlar. Sen sağ ben selamet. Al sana başka bir ayrıcalık.

Bu özel koşullar bilişim sektörünü özellikle son dönemlerde çok ayrıcalıklı bir noktaya taşıdı. Maaşlar yüksek, işin global yapısı dünyanın her yerinde iş bulmaya imkan sağlıyor, eleman az bu rekabeti ve elemanın firmayı değil de firmanın elemanı cezbetmesine imkan sağlıyor vs. vs. derken bu noktalar bazı arkadaşlarda kafa karışıklığına neden oluyor.

İşte benim esas üstünde durmak istediğim konu da bu kafa karışıklığı. O kadar saçma sapan şeyler duymaya başladık ki. Bu sektörde çalışan bazı arkadaşlar, alınan bu maaşların ya da hakların salt olarak kendi yetenekleri ve iş zorluğuyla hatta daha da açık konuşalım zekalarıyla alakalı bir durum olduklarını sanıyorlar. Kendilerini örneğin bir inşaat mühendisi ya da doktor ile karşılaştırıp, daha iyi olan durumlarını o insanlardan daha zor bir iş yapmalarına hatta daha zeki olmalarına 😊 bağlıyorlar. Bunu 20’li yaşlarının başında sektöre yeni girmiş genç bir çocuk yapınca “gençtir öğrenir” diyerek sallamıyoruz ama koca koca kelli felli adamlardan bunları duyunca şöyle bir omuzlarından tutup “oğlum bir kendine gel geri zekalı mısın sen?” diyerek sarsmak istiyorsun. Biraz ayakların yere basması iyidir dostlar. Correlation is not always causation. Az mütevazilik iyidir. Hatta bu durumda gereklidir. Saçma sapan karşılaştırmalarla insanları kendinizden tiksindirmeyin.

Ayti’nin cool olması

Eşim Yasemin bir endüstri mühendisi. Aslında endüstri de değil. Türkiye’de olmayan endüstri-işletme-inşaat karışımı bir bölümden mezun. Neyse konumuz bu değil. Eşim otomotiv sektöründe kalite alanında çalışıyor ve çalıştığı yer bizim eve görece uzak bir lokasyonda. Artık git gel iyicene yorulduğu için iş değiştirmeye karar verdi ve inceden iş bakınıyoruz kendisine. Son 1 aydır ufak ufak ilanları inceliyoruz. Kalite alanında çalıştığı için de quality engineer gibi keywordlerle arama yapıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere quality dediğin anda da arama sonuçlarının tepesinde yazılım kalite ilanları çıkıyor. Hem bilişim alanında en çok aranan pozisyonlardan biri olması hem de bir önceki yazıda belirttiğim artık bilişimin her alanı kapsaması nedeniyle durum bu. Yasemin artık en sonunda isyan etti. “Bu ne ya ne aratsam bilgisayarla ilgili iş çıkıyor” diye söylenmeye başladı. Ben de şaka yollu kendisine takıldım “sen de zamanında Mahmut hocanın cezalarına hazırlıklı olup bilgisayar mühendisliği okusaydın şimdi böyle isyan etmezdin” dedim. O da “ne bileyim benim üniversiteye girdiğim dönemde -2000’lerin ortası- bilgisayara kimse dönüp bakmazdı” dedi.

Komiklikler şakalar konuyu buradan şuna bağlamak istiyorum. Cidden bu yukarıda ufaktan ayrıcalık kısmına değindiğim ve bilişimin poster çocuğu olması durumu aslında o kadar da eski bir durum değil. Ben bu işe 1997 senesinde 14 yaşımda başladım. Bilişim sektöründe çalışmak o zamanlardan 2010’lara kadar ciddi anlamda niş bir durumdu. Bilişimin main stream işlerden sayılması son 10 bilemedin 15 senelik bir mevzu. Önceden “bilgisayarcı mısın? İyi bari çorbanız kaynıyordur” şeklinde tepkiler alınırken şimdi “ooo para sizde” tepkisine döndü durum. 15 sene öncesine kadar bilgi işlem departmanları ya finans ya da hr’a bağlı yapılardı. CTO kavramı kavram olarak eski olsa da önem olarak o kadar da önemli bir rol değildi. CTO’nın leadership ekibine dahil olup yönetim kurullarına filan girmesi cidden yeni kavramlar. Sektör bizim algılayabildiğimizden çok hızlı ilerledi. Bunun sancılarını “kafada bazı şeylerin oturmaması mesela” hepimiz yaşıyoruz.

Leave a Comment